Antalya, yurt ve yuva olduğu binlerce yıllık medeniyetlerin izlerini taşıyan tarihi ve kültürel yapılarıyla sadece deniz-kum-güneşin değil, kültür turizmine de hizmet eden nadide şehirlerden.
Yazar: Ecem Ercan Adanır
Antalya, yurt ve yuva olduğu binlerce yıllık medeniyetlerin izlerini taşıyan tarihi ve kültürel yapılarıyla sadece deniz-kum-güneşin değil, kültür turizmine de hizmet eden nadide şehirlerden. Antik Çağ’da batısı Likya, doğusu Pamfilya, kuzeyi Pisidya; Alanya’dan itibaren de Kilikya toprakları olarak adlandırılan Antalya, antik yerleşimler açısından hem ülkemizin hem de dünyanın en zengin kentleri arasında yer buluyor.
Arkeolojik zenginlikleriyle eşsiz bir açık hava müzesi niteliği taşıyan Antalya; topraklarında yaşamış ilk insanla başlayan, Helenistik dönemden Osmanlı’ya uzanan tarihini anlatan yapılarıyla, insanlığın binlerce yıllık geçmişini gözler önüne seren antik yerleşimleriyle ve eşsiz eserlerin sergilendiği müzeleriyle kültür turizmi adına öne çıkan bir destinasyon konumunda. Taş Devri’ne tanıklık etmiş Karain mağarasından Noel Baba’nın evi Myra’ya, UNESCO Dünya Kültür Mirası Listesi’ndeki Xanthos’dan döneminin heykeltıraş okulu Perge’ye pek çok mirasa ev sahipliği yapan, doğa-tarih-kültür üçgenindeki Antalya’nın görmeden anlaşılamayacak güzelliklerini sayfalarımıza taşıdık…
Karain Mağarası
Antalya’nın 30 kilometre kuzeybatısında eski Antalya-Burdur karayoluna 5-6 kilometre uzaklıkta bulunan Yağca Köyü sınırları içinde yer alıyor. Türkiye’nin en büyük doğal mağaraları arasında olan Karain Mağarası, önünde bulunan traverten ovasından 150 metre, denizden ise 430-450 metre yükseklikte konumlanıyor.
1946 yılından beri kazı çalışmalarının sürdüğü Karain Mağarası’nda yapılan kazılar, bölgenin günümüzden 500 bin yıl kadar öncesine kadar yerleşim merkezi olarak kullanıldığını gösteriyor. Türkiye’nin içinde insan yaşamış en büyük mağarası olan Karain Mağarası, Anadolu ve Yakın Doğu tarihi açısından önemli bir paleolitik merkez konumunda.
İnsanlık tarihinin başlangıcındaki süreç içinde mağaranın, Alt Yontmataş’tan başlayarak, Orta ve Üst Yontmataş evreleri, Neolitik, Kalkolitik, Eski Tunç gibi Prehistorik Çağlarda ve Klasik Çağ’da insanlar tarafından sürekli bir biçimde iskan edildiğini gösteriyor. Bunun doğal bir sonucu olarak mağara, yaklaşık on bir metreyi bulan kalın bir kültür dolgusu içeriyor. Ancak mağaranın en uzun süren ve en önemli iskânı Paleolitik Çağa (Yontmataş Çağı) ait. Klasik dönemlerdeki kullanımı daha çok Adak Mağara (tapınak) niteliğinde olup, mağara alnı ve dış duvarları üzerinde Grekçe kitabe ve nişler bulunuyor. Karain mağarasında yapılan kazılarda elde edilen arkeolojik buluntular, Antalya Müzesi’nde ve mağaranın hemen yakınında bulunan Karain Müzesi’nde sergileniyor.
Karain’den ele geçirilen Anadolu’da bilinen en eski insan kalıntılarının yanı sıra mağarada ortaya çıkarılan taşınabilir sanat ürünleri Anadolu sanatının ilk örneklerini oluşturuyor. Ayrıca, verdiği bitki ve hayvan kalıntıları ile Batı Akdeniz’in eski çevresinin ortaya konmasında önemli bir rol üstleniyor.
Karain Mağarası, çevresindeki diğer mağaralarla birlikte doğal ve kültürel özellikleri dolayısıyla karma sit olarak UNESCO Dünya Mirası Geçici Listesi’nde yer alıyor.
Xanthos Antik Kenti
Fethiye-Kaş karayolu üzerinde, Fethiye’ye 46 kilometre uzaklıktaki Kınık Beldesi’nde yer alan şehir, Xanthos Nehri (Eşen Çayı) kenarındaki ovaya hâkim iki tepe üzerinde kurulu. Bunların biri Eşen Çayı’nın kenarından sarpça bir kayalık şeklinde yükselen surla çevrili Likya Akropolü, diğeri ise kuzeydeki daha yüksek ve geniş olan Roma Akropolü’dür.
Xanthos’un her iki akropolü de değişik örgü sistemlerinin görüldüğü sur duvarları ile çevrili durumda. Likya akropolünün kuzeyinde Roma Devri Tiyatrosu yer alıyor. Xanthos’un en ilginç kalıntıları, tiyatronun batısında konumlanıyor. Bunlardan ilki yüksek dikdörtgen yekpare kaide üzerindeki ölü ailesi ile yanındaki kadın gövdeli, kuşkanatlı yaratıklar olan ve ölülerin ruhlarını gökyüzüne taşıdıklarına inanılan “Harpy” kabartmalarına sahip. Bugün orijinal kabartmaları, Biritish Museum’da sergilenen Harpy Anıtı, M.Ö. 5’inci yüzyıla tarihleniyor. Bu anıt mezarın yanında 4’üncü yüzyıla ait diğer bir kaideli Likya lahdi yer alıyor. Tiyatronun bitişindeki kare şekilli geniş alan ise üç yanı dükkânlarla çevrili Roma Devri Agorası’nın kuzeydoğu köşesinde, Harpy Anıtına çok benzer, yekpare dikdörtgen gövdesinde Likya ve Grekçe dilinde yazılmış kitabe yer alan M.Ö. 5’nci yüzyıla ait anıt mezar yükseliyor. Anıtın gövdesindeki kitabe günümüze dek bulunmuş Likya dilindeki en uzun kitabe olması özelliği taşıyor.
Roma Akropolü’nde de birçok kaya mezarı ve kaideli mezarı yan yana görmek mümkün. Bu alanın güney eteklerde yer alan Aslanlı Mezar, Pavaya ve Merehi lahitlerinin kaideleri dışında tümü British Museum’da sergileniyor. Günümüz kalıntılarına çıkan rampanın sağ kenarında sadece temelleri kalmış olan M.Ö. 4’üncü yüzyıla ait tapınak planlı Nereid Anıtı da British Museum da sergilenen Xanthos’un ünlü anıtlarından biri.
Xanthos örenyeri, Likya uygarlığının özgünlüğü ve kazılarda elde edilen buluntuların önemi dolayısıyla 1988’den bu yana UNESCO’nun Dünya Kültür Mirası Listesi’nde ye alıyor.
Perge Antik Kenti
Perge Antik Kenti, Antalya şehir merkezinin 17 kilometre doğusunda bulunan Aksu ilçesi sınırlarında yer alıyor. Kilikya–Pisidia ticaret yolunun üstünde yer aldığı için önemli bir Pamfilya şehri olan Perge, şehir kapısında bulunan bir kitabeye göre Troya Savaşı’ndan sonra kurulmuş. 1986 yılında Boğazköy’de (Hititlerin başkenti Hattuşa) gün ışığına çıkan tunç tabletten Perge’nin Parha adıyla Hitit döneminde mevcut olduğu anlaşılıyor. M.Ö. 3. yüzyılda girdiği Roma egemenliğinde büyük bir gelişme gösteren ve bu dönemde Anadolu’nun en düzenli yerleşime sahip kentlerinden biri olan Perge’deki kalıntılar da ağırlıkla Roma dönemini yansıtıyor. Mimarisi ve mermer heykeltıraşlığı ile ünlü olan antik kentte yapılan kazılarda ortaya çıkarılan heykeller sayesinde Antalya Müzesi, en önemli heykel müzelerinden biri durumunda.
Perge şehir planının esasını biri doğu-batı, diğeri ise kuzey-güney yönünde uzanan iki ana cadde oluşturuyor. Kentteki dikdörtgen planlı agora, yüksek kuleler, anıtsal çeşmeler, hamamlar ve sütunlu caddeler Perge’nin antik çağdaki heybetini yansıtan sosyal ve kültürel yapılar arasında… Ayrıca, Hristiyanlığın en önemli figürlerinden biri olan Aziz Paul tarafından ziyaret edilen Perge, Hristiyanlığın kutsal mekanlarından biri olarak kabul ediliyor.
İlk kazıların 1946 yılında İstanbul Üniversitesi tarafından başlatıldığı Perge’de önemli kalıntılar ise; 12 bin seyirci kapasiteli Helen – Roma Tipindeki Tiyatro, M.Ö. 2. yüzyıla tarihlenen ve çok iyi korunmuş olan Stadion, Agora ve ortasında bir su kanalı olan Sütunlu Cadde, nekropol, surlar, gymnasium, Roma Hamamı, anıtsal çeşme, Helenistik ve Roma Kapılarıdır.
Perge Arkeolojik Alanı, UNESCO Dünya Mirası Geçici Listesi’nde yer alıyor.
Termesos Antik Kenti
Antalya’daki çoğu Roma ve Grek’ler tarafından kurulmuş kentlerinin aksine Termessos, Anadolu’nun içlerinden gelen Solymnler tarafından kurulmuştur. Orman içinde korunan ören yerlerinin en önemlilerinden biri olan Termessos Antik Kenti, aynı adı taşıyan Milli Park içinde yer alıyor.
Şehir tarih sahnesine Büyük İskender’in M.Ö. 333’de kenti kuşatması ve Termesosluların güçlü bir savunma yaparak kenti teslim etmemesi ile çıktı. İlk refah çağını Hellenistik dönemde, ikincisini ise Roma döneminde yaşayan Termessos halkı Roma senatosu tarafından Roma halkının dostu ve müttefiki olarak kabul edilmiş ve Termossoslulara kendi yasalarını kendilerinin yazması hakkı verilmiş. Ayrıca Roma İmparatorluk döneminde şehrin bağımsızlığını koruduğu bastığı sikkelerden de anlaşılıyor.
Önemli kalıntılardan olan 4 bin 200 kişi kapasiteli tiyatro Hellenistik Çağ’da yapılmış, Roma döneminde ise onarım görmüştür. Agora, kahramanlık anıtı Hereon, Korint düzenli tapınak, Zeus Solymeus/Tapmağı, Küçük ve Büyük Artemis Tapınakları, Gymnasium ve gözetleme kuleleri, ev kalıntıları, sarnıçlar ve surlar kentin önemli yapıları arasında yer alıyor. Termossos’un önemli diğer özelliği de güney, batı ve kuzeyinde bulunan mezarlıklardır. Anıtsal mezarların yanı sıra savaşçılıklarını betimleyen çok sayıda kalkan motifli lahit, mezarlık alanında geniş yer tutuyor. Antalya Müzesi’nde Termessos’a ait en ilginç eser “Lahitler Salonu”nda sergilenen Köpek Lahdi…
Şehrin Bizans döneminde ve sonraki devirlerdeki durumu hakkında bilgi bulunmuyor. Termessos kenti terk edildikten sonra yeni bir yerleşmeye tanık olmamakla birlikte, deprem ve doğal tahribin dışında oldukça sağlam ve iyi korunmuş ören yerlerinden biri olarak öne çıkıyor.
Antik kenti de içerisine alan Termessos (Güllük Dağı Milli Parkı), UNESCO Dünya Mirası Geçici Listesi’nde yer alıyor.
Aspendos Antik Kenti ve Tiyatrosu
Pamfilya bölgesinin en önemli kentlerinden olan Aspendos, Antalya’nın 48 kilometre doğusunda konumlanıyor. Mısır ve gül ağacından yapılmış süs eşyaları, şarap, tuz ve at ticareti yapılan kentin, at yetiştiriciliği ile de antik dünyada ün sahibi olduğu biliniyor.
Aspendos’un en önemli ün kaynağı ise, herkesçe bilinen, yalnızca Anadolu’nun değil tüm Akdeniz dünyasının en iyi korunan Roma Dönemi tiyatrosuna sahip olması… Aspendos Tiyatrosu, gerek mimari özellikleri gerekse iyi korunmuş olması ile Roma Devri tiyatrolarının günümüzdeki en seçkin temsilcilerinden biri. Tanrılara ve devrin imparatorlarına adanan yapı, Roma tiyatro mimarisinin ve yapım tekniğinin son çizgilerini sergiliyor. Devrinin görkemli yapılarından biri olan Aspendos tiyatrosu 15-20 bin kişilik kapasiteye sahipti. Önemli bir liman ve ticaret kenti olarak ünlenen Aspendos aynı zamanda M.Ö. 5. yüzyılın ilk yıllarında sikke basan yegane şehirdi.
Akdeniz ile ulaşımını ve gelişmesini yakınındaki nehre ve dolayısıyla çevresindeki bereketli topraklara borçlu olan Aspendos’ta bugün çoğunlukla tiyatro ve suyolları ziyaret ediliyor. Şehre ait diğer yapıların kalıntıları ise tiyatronun yaslandığı tepenin düzlüğünde görülebiliyor. Aspendos suyolu sistemi de antik suyollarının günümüze kadar korunabilmiş en iyi örneklerinden biri. Genel görünümü, yaklaşık 1 kilometre uzunluğundaki kuzey-güney konumlu kemerli köprünün her iki ucundaki su basınç kuleleri oluşturuyor. M.Ö. 2. ve 3’üncü yüzyıllarda tüm yapılarla beraber suyolu sistemi geliştirilerek suyun daha düzenli elde edilmesi başarılmış. Tiyatronun yaslandığı, yer yer sur duvarları ile çevrili tepenin üzerinde ise şehir merkezinin yapıları olan agora, bazilika, anıtsal çeşme, meclis binası ile anıtsal tak, cadde ve Hellenistik tapınak ziyaret edilebiliyor.
Anadolu’daki Roma tiyatroları arasında sahnesiyle birlikte günümüze ulaşabilen en sağlam örneği olan Aspendos’ta halen çeşitli etkinlik be konserler düzenleniyor.
Atatürk’ün şu sözleri ise halen tiyatronun ziyaretçi girişinde asılı:
“Bu tiyatroyu restore ediniz ama kapısına kilit vurmayınız. Burada temsiller veriniz, güreşler düzenleyiniz. 9 Mart 1930, M. Kemal ATATÜRK.”
Aspendos Antik Kenti Tiyatrosu ve Su Kemerleri, UNESCO Dünya Mirası Geçici Listesi’nde yer alıyor.
Myra Antik Kenti ve St. Nikolaos (Noel Baba) Kilisesi
Özellikle Likya Dönemi kaya mezarları, Roma Dönemi tiyatrosu ve St. Nikolaos (Noel Baba) Kilisesi ile ünlenen Myra Antik Kenti, Demre ilçesinde yer alıyor. Kaya mezarları, Likçe yazıtları ve sikkeler Myra’nın en azından İ.Ö. 5’inci yüzyıldan itibaren varlığını sürdürdüğünü gösterirken, M.S. 2’nci yüzyıl Myra’nın önemli gelişmeye sahne olduğu dönemdir. Likya Birliği’nin Metropolisi olan şehirde, Likyalı zengin kişilerin yardımları ile birçok yapı inşa edilmiş ve onarılmış. Bizans Dönemi’nde ise Myra, dini yönden olduğu kadar idari yönden de önde gelen şehirlerden biri haline gelmiş. Günümüze dek ulaşan ününü, Aziz Nikolaos’un (Noel Baba) M.S. 4’üncü yüzyılda şehrin piskoposu olmasına ve ölümünden sonra aziz mertebesine ulaşıp adına kilise yapılmasına borçlu…
Günümüzde Myra Antik Kenti kalıntılarını, akropolün güney eteğinde yer alan tiyatro ile her iki yanında yer alan kaya mezarları oluşturuyor. Yapılan araştırmalara göre bugün oldukça sağlam durumda olan Roma Dönemi surlarının dışında, Helenistik, hatta M.Ö.5’inci yüzyıla tarihlenen sur kalıntılarına akropol tepesi ve çevresinde rastlamak mümkün. Akropolün güney eteğinde yer alan tiyatro, gerek oturma sıraları gerekse sahne binası ile iyi korunmuş bir Roma Dönemi tiyatrosunun özelliklerini yansıtıyor. Tiyatronun hemen iki yanında, kabartmalı veya düz kaya mezarları görülebiliyor.
Myra’nın Likya Konfederasyonu’na ait sikkelerin yanında kendi adıyla basılmış sikkelerinde, şehrin ana tanrıçası Artemis’in Anadolu’nun en eski tanrıçası Kybele formunda temsil edilmiş olması ayrı bir önem taşıyor. M.S. 5’inci yüzyılda Likya eyaletinin başkenti olan Myra’nın, St. Paul ve arkadaşlarının uğradıkları şehir olması dolayısıyla Hıristiyanlık için de kentin önemi bulunuyor.
St. Nikolaos Kilisesi, UNESCO Dünya Mirası Geçici Listesi’nde yer alıyor.
Patara Antik Kenti
Patara Antik Kenti Fethiye-Kalkan arasında Xanthos Vadisi’nin güneybatı ucunda bugünkü Gelemiş Köyü’nde yer alıyor. Likya’nın en önemli ve en eski şehirlerinden biri olan Patara, Likya’ya başkentlik etmiş, Likya ile Pamfilya birleştirilerek tek eyalet haline getirilmesinden sonra da başkentliği sürdürmüştür. Tanrı Apollon’un doğduğu yer ve Apollon kehanet merkezi olarak bilinen Patara, Lykia’nın en önemli ve en eski kentlerinden…
1988 yılından beri kazıları sürdürülen Patara Antik Kenti, arkeolojik ve tarihsel değerlerinin yanında Akdeniz kaplumbağaları Caretta-Carettaların milyonlarca yıldır yumurtalarını bırakıp yavruladıkları ender sahillerden biri olması ile de ayrı bir öneme sahip.
Tepecik Akropolü’nde ele geçen seramik parçaları, Orta Tunç Çağı özelikleri içerirken, yine Tepecik’in doğu yamacı eteklerinde ortaya çıkarılan, Demir Çağı öncesine ait taş balta Patara’nın tarihinin ne kadar eskilere gittiğini gösteriyor. Xanthos Vadisi’nde denize açılabilecek tek yer olması nedeniyle tarih boyunca önemli kent olma özelliğini her çağda devam ettirmiş olan Patara, Roma Valiliklerinin adli işlerini gördüğü bir merkez oluşu yanında Roma’nın doğu eyaletleriyle bağlantısını kurduğu bir deniz üssü olarak da önemini korumuştur.
Bizans Dönemi’nde de önemini koruyan kent Hristiyanlar için önemli bir merkez olmuştur. “Noel Baba” diye anılan Aziz Nikolaos, Pataralı’dır. Ayrıca St. Paul Roma’ya gitmek için Patara’dan gemiye bindiği biliniyor. İmparator Konstantin’in başkanlık ettiği M.S. 325’teki İznik Konsülü’nde Lykia’nın tek imza yetkilisi Piskopos Eudemos’un Patara Piskoposu oluşu, kentin bu devirde de gözde oluşunu kanıtlar nitelikte. Ortaçağ boyunca önemini sürdüren Patara, Türklerin gelmesiyle de önemli bir merkez olarak günümüze ulaşmıştır.
Şehre günümüz kalıntılarına giriş, görkemli ve çok iyi korunmuş Roma Zafer Takı’ndan yapılıyor. Tak’ın batısındaki tepenin yamaçlarında, Likya tipi lahitlerin bulunduğu mezarlık alanı uzanıyor. Kentin en güney ucunda Kurşunlu Tepe’ye yaslanmış olan tiyatronun depremden sonra M.S. 147 yılında yeniden inşa edildiği yazıtlardan anlaşılıyor. Tiyatronun yaslandığı Kurşunlu Tepe şehrin genel görünümünün seyredildiği en güzel köşedir. Buradan şehrin diğer kalıntıları; Vespasian Hamamı, Korinth Tapınağı, ana cadde, liman ve tahıl ambarı izlenebiliyor.
2020 yılı, Cumhurbaşkanı Erdoğan tarafından Patara Yılı ilan edilmiştir.
Phaselis Antik Kenti
Antalya-Finike sahil yolunun 35’inci kilometresinde yer alan Phaselis’in kuruluşunun, antik kaynaklara göre M.Ö. 690 yılında Rodoslu kolonistlerce gerçekleştirildiği anlaşılıyor. Üç limana sahip olan Phaselis’te toprak üstünde görülen kalıntıların hepsi Roma dönemine ait. Kuzey, güney ve askeri limanların kalıntıları, agora, domination agorası, geç devir agorası, ana cadde, Hadrian kapısı, tiyatro, surlar, nekropol, aquadukt, tapınak kalıntıları görülebilen kalıntılardan…
Biri tiyatro karşısında, diğer ikisi güney limana giden ana caddenin sağında olmak üzere üç agora bulunan kentte, tiyatronun karşısındaki agoranın içinde bugün Bizans dönemine ait küçük bir bazilikanın kalıntıları yer alıyor. Şehrin diğer iki önemli kalıntısı ise şehir meydanındaki biri küçük diğeri büyük iki hamam kalıntısı. Özellikle küçük hamam kalıntıları Roma Hamamı’nın ısıtma sistemi hakkında bilgi veriyor. Henüz bulunmamış Athena Tapınağı ve diğer önemli yapıların ise bugün ormanla kaplı akropol tepesinde yer aldığı düşünülüyor. Günümüze ulaşan en anıtsal yapı ise kentteki su kemerleridir.
Bazen Likya bazen Pamfilya bölgesi şehri olarak gösterilen Phaselis, esasında her iki bölgenin sınırları arasında yer alıyor. Ticari liman kimliğine sahip olan kent, M.Ö. 333 yılında Büyük İskender’i altın taçla karşılamış ve bundan sonraki süreçte kent, tarihinin en renkli dönemlerini yaşadı. İskender’den sonra birçok kere el değiştiren Phaselis, M.Ö. 167’de Likya Birliği’ne üye olup birlik sikkeleri bastı. Phaselis 1158’deki Selçuklu kuşatmasından sonra gerek depremler ve gerekse limanının işlevselliğini ve önemini kaybetti, 13’üncü yüzyıl başlarından itibaren ise tamamen terk edildi.
Büyük Önder Atatürk 1930 Mart ayında, Antalya’yı ilk ziyaretinde bugünkü adı Erenkuş olan mevkide denizi, karşı sahilleri, karla örtülü Beydağları’nı seyretti ve “Hiç şüphesiz ki Antalya dünyanın en güzel yeridir” sözleriyle duygularını dile getirdi.
Olympos Antik Kenti
Antalya’nın güney sahillerinde Phaselis’ten sonra ikinci önemli liman kenti olan Olympos, adını 16 kilometre kuzeyindeki Toroslar’ın batı uzantılarından biri olan 2 bin 375 metre yüksekliğe sahip Tahtalı Dağı’ndan alıyor. Beydağları-Olympos Milli Parkı sınırları içinde yer alan kentin kesin kuruluş tarihi bilinmemekle birlikte M.Ö. 167–168 yılarında basılan Likya Birlik sikkelerinde adı geçen Olympos, Likya Birliği’nde üç oy hakkına sahip altı şehirden biri olmasıyla öne çıkıyor.
Kentte günümüze ulaşabilen kalıntılarının çoğu orman içinde, ağaç ve çalılarla örtülü durumda ve Helenistik, Roma, Bizans dönemlerine ait. Olympos’un günümüze kadar ulaşmış kalıntıları genellikle doğudan batıya doğru, hızla denize akan bir ırmağın ağzında ve her iki yakasında konumlanıyor. Akropol, tiyatro, tapınak kapısı antik kentte görülebilecek önemli yapılardan. Kalıntılar arasında en ilgi çekeni ise Antalya Müzesi’nce yürütülen kazılarla gün ışığına çıkarılmış olan Kaptan Eudomus’un Lahdi’dir. Nehir ağzının hemen yanında kayalığın oyuğunda yer alan lahit hem duygu dolu şiirsel ithaf yazıtında kaptanın adını vermesi hem de uzun kenarındaki gemi kabartmasında gemisinin şeklini vermesi açısından önem taşıyor. Olympos’un son dönemini yansıtan Ortaçağ kalesi, derenin denizle birleştiği yerin batısında bir köprünün ayağı, bir tapınağa ait duvar parçası, sütun başlıkları, tiyatro, Bizans bazilikası, kıyıya yakın yerde hamam kalıntılarını bugün de görülebilen kalıntılardan…
Erken Hıristiyanlık döneminde önemini koruyan şehir, M.S. 3. yüzyıldan itibaren tekrar korsan hücumlarına uğradı. Geç Hıristiyanlık döneminde önemini yitirmeye başlayan şehir, 11. ve 12. yüzyılda Venedikli ve Cenevizli tüccarların ticaret merkezi oldu ancak bu faaliyet, 15. yüzyılda Osmanlı deniz üstünlüğü ile son buldu.
Limyra Antik Kenti
Limyra Antik Kenti, Toçak Dağı’nın güney eteklerinde, genellikle erken dönem yapıların yer aldığı akropol ile onun hemen güneyindeki Roma ve Bizans Çağı surları içinde kalan alanı kapsıyor. En az M.Ö. 5’inci yüzyıldan itibaren yerleşim gördüğü anlaşılan kentin tarihindeki en aktif dönemi, M.Ö. 4’üncü yüzyılın ilk yarısında Likya Kralı Perikle zamanıdır ki bu dönemde Limyra, Likya’nın başkenti durumundadır. Limyra, zaman zaman depremler yüzünden zarar görse de yeniden inşa edildi. Bizans egemenliği sırasında piskoposluk merkezi olan şehir, 8. ve 9’uncu yüzyıllarda Arap akınları sonrasında terk edildi. Limyra Antik Kenti ise, 1970 yılından beri Avusturyalı arkeologlarca kazılmakta.
Limyra’daki kalıntıları üç kısımda incelenebilir. İlk gezilecek yer Prof. Dr. Brochhard tarafından kazılarak restore edilen akropol ve güneyindeki heroondur. Akropol bir iç kale ve aşağı kaleden oluşuyor. Aşağı kalede sur, sarnıçlar ve Bizans Kalesi dışındaki en önemli yapı M.Ö. 4. yüzyıla ait Perikles adına inşa edilmiş karyetitli mezar anıtıdır.
İkinci kısım kalıntıları dağın eteğindeki ve ovadaki yapı kalıntıları oluşturuyor. Bu alanlarda Tiyatro, Roma ve Bizans dönemi suru, Augustus’un manevi oğlu Gaius Caesar’a ait M.S. 1. yüzyılda yapılmış Kenotaph Bizans Kilisesi bulunuyor.
Üçüncü kısımı ise nekropol alanları oluşturuyor. Lykia şehirleri içinde mezarları en çok olan şehirlerden biri olan Limyra’nın yakınlarında yer alan ve bir başka önemli kalıntı ise Kumluca yönündeki Roma köprüsü…
Side Antik Kenti ve Antik Tiyatrosu
Antik dönemde Pamfilya’nın en önemli liman kenti olan Side, Antalya’nın 80 kilometre doğusunda, Manavgat’ın 7 kilometre güneybatısında bulunan 350-400 metre genişliğinde bir yarımada üzerinde kuruludur. M.Ö. 6’ncı yüzyılda tüm Pamfilya ile birlikte Lidya Krallığı’nın egemenliğine, Lidya Krallığı’nın 547-46’da yıkılışından sonra ise Perslerin hâkimiyeti altına giren Side, özgürlüğünü bir ölçüde koruyarak kendi adına sikke basmıştır.
Bir yarımada üzerine kurulu olan Side, diğer Pamfilya kentlerinde olduğu gibi şehrin ana kapısından başlayan bir anıtsal cadde boyunca uzanıyor. Kuzeydoğudaki “Büyük Kapı”dan başlayan ana cadde, Tiyatro önündeki kavis dışında hemen hemen düz bir çizgi şeklinde yarımada boyunca ilerleyerek tapınaklar yakınında büyük bir meydanla sona eriyor. Ticaret ve liman kenti olarak tanınan kentin ikinci büyük caddesi de “Büyük Kapı”dan kentin güneyine doğru uzanıyor.
Side Antik Tiyatrosu, Side Antik Kenti’nin yer aldığı yarımadanın daraldığı kesimde ve kentin merkezinde yer alıyor. Tiyatronun Roma Devri’nde yapı plan açısından Helenistik gelenekte yarım daireden taşan biçimde yapılmış olmasına rağmen inşa tekniği açısından Roma mimarisi geleneğinde yapılmış olduğu görülüyor. Caveanın (oturma sıraları) diazomaya (basamakların ortasındaki yol) kadar olan kısmı bir yamaca yaslanmış; üst kısım ise tonozlar üzerinde eğimli olarak şekillendirilmiş düzleme oturtulmuş durumda. Tiyatro, bu özelliğiyle Anadolu’nun tekil örneklerinden olma özelliği taşıyor. Üç katlı sahne binasının süslemelerinde Antoninler Dönemi barok özelliği görülüyor. Birinci katın podyumunda yer alan Dionysos Frizi’nde şarap tanrısı ve tiyatronun hâkimi Dionysos’un hayatı, batıdan doğuya doğru kronolojik olarak anlatılıyor ve doğu uçta Gigantomakhia ile sonuçlanıyor. Sahne binasının cephesi, mimari süslemeler ve heykellerle oldukça hareketlendirilmiş durumda.
Antalya’daki diğer önemli antik yerleşimlerden bazıları:
Kekova
Trebenna
Ariassos
Onobara
Arykanda
Rhodiapolis
Akalissos
Anydros – Eudokias
Arneai
Colybrassus
Hamaxia
Laertes
Selge
Lyrbe (Seleukela)
Podalia
Karataş (Semayük)
Antiphellos (Kaş)
Sura
Teimiussa (Üçağız)
Andriake (Çayağzı)
Simena (Kaleköy)
Kekova
Aperlai
Apollonia
Andriake
Andriake Granarium (Horrea Hadriani)
Comentarios